12 Temmuz 2013 Cuma



UNUTMAYACAGIM!

Emek'lemekten yurumege gecmek gibi sert geldi yasadiklarim biraz bana!!!
Dus-Kalk, Dus-Kalk! Kalk-Dus, Kalk-Dus! EN SON KAKTUS!
Uzun ve zor bir yoldu ama YURUYORDUM!
-Aferin cocuguma!
Ses geldi kulagima!!! Dikkat kesildim.
Annemdi bu sefer konusan, hayat ne garip sey anne…
Konusmak, yurumek kadar zor degildi elbet… Agular! Bicilar! tecrubeliydim oncesinden.
Derken konustugumu farkettirdim  Ya anne oldu ilk anlamli kelimem, ya da baba.
Mama da cikmis olabilir icimden, lakin istisnalar kaideyi bozmaz!
Ve esek sipaligindan, birey olmaya terfi ettim kendi kendime.
Eee ne mi oldu? ARS'A ERDIM!
Ozgurlugu, agaclari, bulutlari, hayvanlari ogrendim…
Ve cooook sevdim yasamayi arkadas!!!
Ben sevdikce daraldi dunya, ben sevdikce buyudu dunya.
O'nu hatirlattim O'na! O'da gulumsedi...
-Aferim oyle ise bana!!!
Bende vardim artik ve varolmaya devam da edecektim!
ONCE;
Kanatlarima saldirdilar!
Acidi canim ama aglamadim.
SONRA;
Gozlerimi aldilar!
Acidi canim ama akmadi gozyasim.
EN SON;
Canima saldirdilar!
Icime gulle gibi oturdu sadece!!!
BUNU HIC UNUTMADIM!!! UNUTMAYACAGIM!

24 Mayıs 2013 Cuma

YASA'K MI, YASAMA'SAK MI?



Isin bu boyutu var ki: 
Alkol tuketirken ruh haliniz saglikli, 
Hormonel dengeleriniz normal seyirinde, 
Karniniz tok, sirtiniz pek,
Alkolle etkisi kesisen herhangi bir uyarici madde de, kullanmamis olmaniz gerekli! 

Cunki bu tuketim sekli bazi psikolojik ataklara neden oluyor. 
Haliyle! bu durum da biraz asabiyet yapiyor. 
Ofkeyle kalkan zararla oturuyor!
Cevreye bir rahatsizlik dalgasi yayiyor ki, kendi daha da rahatsiz oluyor…

Tecrubeyle sabit!

Simdi birde burdan baktim; 
Toplumsal cinnet sinirinda yasayan bir milletiz, 
Ahlaki ve kulturel degerlerimiz hizla kayboldu,
Bildigimiz her dogru birbirine girdi,
Ustune bir bu kadarda deformasyon… Missss:)

Alkolsuzluk iyi gelir bir sure bence bunyelerimize… 

Nasil olsa her buyuk reddin ardindan oldugu gibi, 
Bunun ardinda bir yol bulur, TURK AKLI'ni tekrar devreye sokariz… 

Bizimle dunya bas edememis!!! 
Kanun'lar mi edecek!!!  

Alkolsuz gorunumlu cakir-keyifli gunlerde unutmayalim ki;
BIR TURK DUNYAYA BEDEL...

2 Mayıs 2012 Çarşamba

İÇ SESİM DIŞ SES OLMAK İÇİN EVDEN KAÇTI!




Yıllardır iyi anlaşırdık kendisiyle. En iyi arkadaşım, sadık dostum, vicdanım, dert ortağım, herşeyimdi kısacası. Dünyaya kızdık, evrene küstük, herkese kendimizce bir paye biçtik. Kolay mı? 33 seneyi birlikte geçirdik. 

İlk yıllarda çok konuşmasak da, son yıllarımız hep birbirimizi dinleyerek geçti. Sanki ondan başka kimsem yoktu. O denli bağlıydım O'na… Mutluydum, arada sırada kavgalarımız olsa da, her ilişkide gerginlikler olur der, üstünde bile durmazdım. Sevdim kendisini hemde çok… 

Gün geldi, devran döndü. Haspam kendisine bensiz bir yol çizdi. Çizmiş daha doğrusu, ben sonradan öğrendim. Geçen gün söyledi. Geleceğine ilişkin bir plan yapmış, kariyermiş hedefi. İçindeki cevheri ben hiç farketmemişim! Büyük denizlerde boğulmak istiyormuş artık kendisi, derin sularda yüzmek, biriktirdikleriyle var olmak, büyük adam olmak. Öylesi onun için daha uygunmuş. 

Peki! diyebildim sadece… Terkedilmiş bir sevgili gibi bakakaldım. 

Hırçınlaşdım kendimce, ama nedense bu sefer hiç işe yaramadı. Saç telim bile etkilenmedi bu durumdan. Tuafdı… Uyuyamadım bir süre. Boşlukta kaldı gözlerim. Gitmeden daha çok özledim onu, ama söyleyemedim! 

Sevgili iç sesim, dış ses olmaya karar vermiş. O kadar sessiz oldu ki herşey, bu sessizlikte yaşayamazdım, gitmesine izin veremezdim. O benim iç sesimdi. En iyi arkadaşım, sadık dostum, vicdanım, dert ortağım, herşeyimdi kısacası ve beni bırakıp gidemezdi. Hem dış ses olmak onun neyine! Benimleyken yediği önünde yemediği arkasındaydı. 

Bir çözüm bulmalıydım, gitmesini engellemek için. Ve işe koyuldum. O eşyalarını toplarken sessizce, ben planlar yaptım. Herşey tastamam kafamdaydı, kusursuzca kurgulamıştım. Dün son gecemizdi birlikte. Sabaha yolcuydu. Planım sabaha karşı başlayacaktı. Yorgun düştüm, uyuyakaldım. 

Ben uykudayken iç sesim evden kaçtı… Bir mektup bırakmış geride;

Sevgili insan, 

Senden bir baltaya sap olmaz! Çünkü hala sap yiyerek, saman çıkartıyorsun. Takoz geldin, takoz gideceksin. Hep bir entrika peşindesin, arkadaşım özgürlüğümü ilan etmişken ben, sen kimsin?

Hani herşeyindim ben senin, ne oldu? 

Sen bana gitmek istediğini söylesen: "Yolun açık olsun dostum, ihtiyacın olunca bana, orada olurum, sen merak etme!" derdim. Ama anladım ki biz seninle hiç bir şey yaşamamışız aslında. Paylaştığımız herşey yalanmış, hatta onlar sadece seninmiş ve ben figüranmışım bu oyunda. Gidiyorum diyince, bencillikten tutuştu paçaların. Tabi kim dinleyecekti seni? Anlamsız davranışlarınla çevreye verdiğin rahatsızlığın acısını kimden çıkartacaktın? Kim sen depresyondayken çorba yapacaktı sana? Kim seni senden çok sevecekti? Sırf bunlar yok olmasın hayatından diye, bir dizi plan yaptın. Ama hiç bir şeyi değiştiremedin. 

Ben gidiyorum...

Sonsuza kadar sessizliği yaşaman dileğiyle… Bir gün bana ihtiyacın olursa, orada olmayacağım haberin olsun… Kusursuz planlarının içerisinde yok olacaksın sonunda! Ayrıca çok da aptalsın. Nasıl oldu da farkedemedin? Ben senin iç sesinim. Senden önce, seninle ilgili herşeyi bilirim. 

İçses'in (artık özgür)

Uyandım! Mektubu okudum. Hala şoktayım. Ben iç sesim olmadan şimdi ne yaparım? 

1 Mayıs 2012 Salı

BUNDAN İYİSİ ŞAMDAK AYISI!


Bir yerlerde yanlışlıklar varda ben bulamıyorum. Doğru saplantım beni boğarken, yanlışı da kovmuş usuldan. Cinayete kurban giden bir ben, ortadan kaybolmuş yanlışlar, hiç emin olamadığım katil doğrular var elimde. Sağlamasını yapsam da ucu bucağı tutmuyor. Bu matematik somut örneklerime kaş göz çizmiş, benimle dalga geçiyor. Kim kimin hanesinde misafir oda belli değil. Yıpranma paylarımı, olayların suflesinde fazla zannedilip kesime göndermişler. Peki arkadaşım bu karmaşada kafası güzel olan kim? 

Yada o kimi ben neden tanımıyorum? Ortak bir arkadaşımızda mı yok? İlan mi vermeliyim? Hiç kuramadığım cümleleri ararken yada hangi mecrada aramalıyım? Peki ya aynı dili konuşmuyorsak, ilanımı görse bile anlamaz ki! al sana bir karmaşa daha. Boğuş bununlada… Resmini çizsem altına WANTED! yazsam, gümüş gücenir mi? Kendini görünce tanır mı ki? (ingilizce evrensel dil o bakımdan) Ya körse! Ooo işte buda bir sorun… 

Bu cümleler benim başıma dert olur arkadaş, ben bunları kuramamaktan yakınırken onların bence hiç kurulasıları gelmemiş. Gelse nerede olsam bulurlardı beni, değil mi? Off çok sıkıldım. Hepsinden vazgeçsem, bildiklerimi nasıl unuturum peki? Bu kadar gel-git'in içerisinde benden sağlıklı düşünmemi, mantıklı bir insan olmamı bekleyen tüm insanoğlu, sizi uyarıyorum; beni ekonomiyle dizginlediğiniz sürece, yaşamımı hammadde yapıp insan kaynakları pazarında kiralamaya devam ederseniz bundan ötesi şamdak ayısı olur ki, şamdak ayısı olur mu? onuda hiç bilemem. Sanırım soyu tükenmiş!

Durumum ciddi mi? Kremali pasta yapabilir miyim? 

13 Mart 2012 Salı

UZMANLIĞIMIZI NE BELİRLER?



Nereden başlamalı ki adı uzmanlık olsun anlattıklarımızın; çoğu konuda yetersiz bilgiye sahip olmaktan olsa gerek, tüm yüzeysel bilgilerimizin bileşkesine isim veriyor, adına da uzmanlık diyoruz. Bizde gelenektir oysa ki herşeyi iyi yapabilmek. Bu geleneği yaşamın ilk kuralı gibi benimsemişiz, sahiplenmişiz, nesilden nesile pek de güzel aktarmışız, asıl uzmanlık durumu burada başlıyor zaten.

Bu bizim, çeyizimiz, mal varlığımız, dünyamız. Hatta o kadar uzmanız ki her konuda; hepimiz yazar'ız, çizer'iz, entellektüel'iz, alim’iz, hekim'iz, iyi felsefe bilir, üstünede, iyi felsefe yaparız. Mangaldaki külden, yeni dünyalar yaratır, uzmanlığımızın yetmediği yerde, etrafa bakar, ilk gözümüze ilişene çamur atarız, genimizde var bizim uzmanlık. Yadsınamaz gerçeğimiz bu!

Analizlerimizde, uzmanlık yetimizden geliyor olsa gerek. Bu konuda da pek bir başarılıyız; ekonomiyi, borsayı, parayı, havayı, suyu analiz eder, bunlarıda paylaşmada hiç eksik kalmayız. Hatta danışmanlık hizmetine 24 saat açığız, gece gündüz demeden, yemeden, hatta içmeden hizmet vermekten, hiç çekinmeyiz.

Hepimizin en az 5 uzmanlık alanı vardır. Ekonominin gidişatını en iyi biz biliriz, ülke meselelerinde üstümüze yoktur, yatırım konusunda fikrimiz alınmadan yaprak kıpırdasa kızar, sinirleniriz. Uzmanlığın, bilimsel çıktılar vermek olduğu fikri terstir bizim anlayışımıza, çünki; zaten hepimiz farkettirmesekte uzmanızdır en az 5 konuda.

Bu kadar uzmanlıkla yaşadığımız şu kısacık hayatımızda, ilginçtir ki; gerçekten uzman olmak için en az 10 senesini bir konuya vermişede yoktur tahammülümüz, öyle çokta sevmeyiz bilen adamı, çok konuşanı, ne dediğini anlamadığımızın hiçbir değeri yoktur gözümüzde. Biz zaten uzmanızdır çevremizde, ne gerek vardır ki şimdi durduk yere gerginliğe.

Sosyal Medya’da uzmanlıkta böyle birşey sanırım bizim ülkemizde, bol takipçin varsa Facebook’da, paylaştıklarının içeriği senin olmasada beğeniliyorsa, +13’sen, retweet ediliyorsa yazdığın 5 twitten en az 3’ü Twitter’da, linkedinde yazabilirsin mesleğine ‘sosyal medya uzmanı’ diye.

Ben yazdım! havalı olsun istedim profilim! hem neyim eksik o kadar uzman arasında? Yıllarımı vermedim tamam kabülüm. Ama bende uzman olmak istiyorum!!! En az 5 konuda…

Eğer, ilkönce ekonomik koşulları değişiyor ve insanların bilincide sonrasında buna parallel olarak değişmeye uğruyorsa, açıktır ki belirli bir amacın temellerini, insanların kafalarında ve imgelerinde değil, ekonomik koşullarının gelişmesinde aramalıyız. Ekonomik koşulları görmezden gelip, onların gelişmesine dayanamayan bütün düşünceler yararsız ve kabül edilemez olurlar zamanla. Değişen ve dönüşen ekonomiler kitlelerin duyu ve alışkanlıklarında bu denli köklü değişiklikler yaratabiliyorsa, bu bilgiyi deneyimleyebilmeniz ve bu alışkanlığı edinebilmeniz bir uzmanlık gerektiriyorsa ‘sosyal medya uzmanı’ olma istediğinizi de biçimlendirmeniz gerekir ki, bu noktada sorarım hem kendime, hem sizlere; nasıl olunur bu sosyal medyanın uzmanı?

Cevabı bulursam kendime saklayacağım!

Peki bu sosyal medyadakiler kim?

Bu noktada da analizim(en az uzmanlığım kadar havalı); diyalektik yöntemlerle ilerle-me-yen ve daha iyi bir gelecek isteyenler! Birde işin felsefesine inebilsekte yöntem-yol sahibi olabilsek, o vakit değişimin ve dönüşümün ta kendisi olduğumuzun farkına varacağız. Ama kimse uzmanlık belgesini kaptırmak istemiyor, geleneklerimizde, genlerimizde müsade etmiyor buna, bu yüzden de hala analizlerimiz iç güveysinden hallice…

Tüm uzmanlar ve analistler benim hala sizden umudum var.

Yaşamayı ve sosyal medyayı çok seviyorum.

4 Mart 2012 Pazar

PLAZACA’NIN KELİME SAYISI KAÇTIR?



Yaşamımın bir kısmını plazada geçirdikten sonra, teskeremi aldığım gün, özgürlüğe yaklaşan adımlarımı sayarken, plazanın asansöründe, son düşündüğüm konu buydu, Çıkış kapısına giderken;

KAÇ KELİME VARDI BENİM LÜGATIM DA?

Son 2 senemin en fazla 500 kelime ile devam ettiğini farkettim. Bunu düşünmeme sebepse, vedalaşma sahneleri oldu. Farklı duyguları yaşasakda tüm iş arkadaşlarımla, aynı dialoğu ezberlemiş gibi, aynı kelimeler ile ifade etmek zorundaydık  hissettiklerimizi.

Giden olmamın verdiği heyacanla ben, 10 kelimelik cümle kalıplarımda sadece kelimelerin yerlerini değiştirerek 30 farklı alternatif oluşturabilmiştim.
YA KALANLAR?
Onlar da kendilerince 10 kelimeyi geçmeyen cümler ile karşılık vermişlerdi vedama.
YOK!
Bu, bizim duygularımızın, hissettiklerimizin, sevincimizin, burukluğumuzun kelimelerde yer bulmuş hali değildi. Bu tür sahnelerde, dialoglar en çok 10 kelimeden oluşuyordu PLAZALARDA, biliyordum! tecrübem vardı! daha önce de görmüştüm! ama genede şaşırmamı engelleyemedi tecrübe!

O kadar farklı duyguyu nasıl oldu da, 10 kelime ile anlatabildik hayret ettim! Asansörde yaşadığım paradoks buydu aslında. Biz hiç mi bir şey yaşamamıştık? O kadar zamanı, anılarımızı, alışkanlıklarımızı, hislerimizi günde en az birlikte geçirdiğimiz 10 saati, 10 kelime ile nasıl özetleyebilmiştik ve o kadar yaşanmışlık sadece 10 kelime mi ederdi?

İşsiz olmanın, sabah geç kalkmanın, kadın programlarını yıllar sonra tekrar seyretmenin heyecanı geçince, dünya ile iletişme çabama geri döndüm ve tekrar farkettim ki; ben son 2 senedir en fazla 500 kelime ile devam ediyorum yaşamıma! Türkçe’deki, ihtiyacimi karşılayan kelimeleri seçmiş, yeni bir dil oluşturmuştum. Ya da ben artık PLAZACA konuşabiliyordum sadece!
Şanslı görmelimiydim kendi mi? Bilemiyorum!
Sosyal dünyanın geneli kullanmasada bu dili, karnımın acıktığını, uykumun geldiğini, sigara almak istediğimi anlatabildim ve anlayabildi 3. şahıslar…  Bu tür dertlerimi, dilini hiç bilmediğim Afrika’nın yerlilerine de anlatabilirdim oysaki.

Peki okuduğum o kadar kitap, kullanmaya fırsat bulamasamda anlamını bildiğim o kadar kelime nereye gitmişti. Uykumda hırsız mi girmişti kelime hazineme?
SANMIYORUM!
Sonrasında anladım ki, anlamını bildiğim tüm kelimeler bana küsmüştü! Ve hırçın bir çocuk gibi saklanıyorlardı, beynimin kıvrımlarında. Dilime dolaşmamak için kaçışıyorlardı… Onların hepsini yakalayacağım!
SÖZ VERİYORUM KENDİME!
Sonuç mu; aynı dili konuştuğunuz insanlar yoksa yaşamınızda, anlamını bildiğiniz bütün kelimeler zaman aşımından düşer hayatınızdan. Kelimeler ile şiddetli geçimsizlikten boşanırsınız tek celsede. Dilinizi unutursanız, medeniyette, kültürde, ahlakta sizi unutur. Gelişmeyide, ilerlemeyide ancak Amerikan filmlerinde seyreder, gıpta edersiniz.
KENDİ DİLİNİZE DEĞER VERİN! NACİZANE TAVSİYEM DE BUDUR…

GÜLÜMSEMEYİ HİÇ UNUTMAYIN!

TÜRKİYE ASGARİ BOYUTLARDA KARIN TOKLUĞUNUN BEDELİ; BARINACAK BİR ÇATI+ACİL İHTİYAÇLAR.

GÜLÜMSEMEKSE  KENDİNE YAPTIĞIN EN GÜZEL YATIRIM, EDERİ MAKSİMUM…